Merhabalar,
Bugün sizlere bir anımdan bahsedicem ve olayı sonuca bağlayacağım..
Bir süre önce bir arkadaşımla bir kafede buluştuk. Kendisine sunduğum hizmetten dolayı bana ödeme yapacaktı. Ödemeyi masanın altından, parayı da zarfın içine koyamadığı için özürler dileyerek verdi. Ben de nedense aynı suçlulukla parayı bir an önce etrafa göstermemeye çalışarak cebime attım. Dışarıdan bakan birisi bizi gördüyse, yüz ifadelerimizden ve hareketlerimizden muhtemelen çok ayıp ya da kanun dışı bir şey yaptığımızı düşünürdü. Suratlarımızda yanlış bir şey yaptığımızın ifadesiyle, aceleyle masanın altından bir şeyi aldık verdik.
Yıllar önce öğretmenimiz bize şunu sormuştu: “Zengin olduğunuzda hayatınızda neleri farklı yapacaksınız?”
Sınıfça bu sorunun bile yanıtını vermekte zorlanmıştık. Zenginliğin günlük yaşantımıza yansımasını masaj yaptırmak gibi çok yaratıcı(!) şeylerle yanıtlayabilmiştik ancak. Zengin olduğumda Vakko’dan gömlek alacaktım mesela. Bir yanım da şöyle diyordu: “Ne gerek var şimdi Vakko’ya o kadar para vermeye…” Aslında böyle düşündükçe kendime şu mesajı verdiğimi fark ettim: “Sen zengin değilsin!“.
Böylece, zengin olduğumda her ne yapacaksam o andan itibaren yapmaya başladım. Vakko’ya gittim. İçeri girdiğim andan itibaren kendimi oraya ait ve rahat hissedemedim. Gömleklerin içinden çok hoşuma giden bir tanesini beğendim, ancak bedeni benim için çok büyüktü. O içimdeki tuhaf gergin hisle, tezgahtar bayandan yardım istedim. Ne yapılabileceğini anlamak için terziyi çağırdılar. Kısa bir sohbetten sonra terzi beni çok sevdiğini ve benim ölçülerime göre gömleği yeniden yapacağını söyledi. Tezgahtar bayan, terzi uzaklaştıktan sonra kulağıma ilk defa böyle bir şey gördüğünü fısıldıyordu. Bir yanım çok sevinçliydi çünkü Vakko bana özel, benim ölçülerime göre gömlek yapıyordu. Bir yanım da hâlâ bir eziklik ve suçluluk içindeydi. Sanki hak etmediğim bir şeyi yaptırıyormuşum gibi. Şimdi bir kez daha içtenlikle teşekkür ediyorum onlara…
Bunun gibi, zengin olduğumda yaparım dediğim birçok şeyi yapmak için adım attım.
Mesela, hep hayalimde olan lüks bir restoranda gidip yemek yedim. Ama orada da rahat olamadım. Etrafımdakileri, yemeği, servisi hep eleştirdim. Şimdilerde çok net olarak şunu anladım: Bir şeyi sadece yapmanız yetmiyor. Onu hangi duygularla yaptığınız da çok önemli. Zenginliği çekmek istiyorsanız zenginliğin içinde nasıl hissettiğinize bakın. Parayı mutlulukla mı kazanıyorsunuz? Parayı alıp verirken rahat mısınız? Lüks bir arabanın, mağazanın veya restoranın da keyfini çıkarabiliyor musunuz? Para bir gün insan olup karşınıza çıksa, ona hangi duygularla ne söylemek istersiniz?
(Bu noktada, benim Vakko’dan alışveriş edecek kadar param yok diyenlere, sadece gidip mağazada zaman geçirmelerini, araba almak isteyenlere test sürüşüne çıkmalarını, ev almak isteyenlere de emlakçıları gezerek başlamalarını öneriyorum.)
Umarım vermek istediğim mesajı almışsınızdır.. İyi günler..
Merhabalar,
Yıl 1992, lise 2. sınıftayım. Balıkesir’in en iyi fizik öğretmeni dershanenin koridorunda beni yakalayınca, “Ahmet nereyi istiyorsun?” diye soruyor. Ben gayet net bir şekilde “Boğaziçi İşletme” diyorum. Biraz duruyor. Kısa bir sessizlikten sonra “Sen Marmara İşletme’yi de düşün” diyor.
Sinirim tepeme çıkıyor, saygımdan taviz vermeden, “Öğretmenim” diyorum. “Nasıl ki Tarık bin Ziyad; Kuzey Afrika’dan İspanya’yı fethetmeye çıkarken, askerler geri dönmeyi düşünmesin diye bütün gemileri yakmış, ben de bütün gemileri yaktım. Hedef tek olsun ki şaşmasın. Boğaziçi olmazsa Marmara olur, Marmara olmazsa başka bir yer olur dersem hedef şaşar. Göreceksiniz ben Boğaziçi’ni kazanacağım” diyorum. Öğretmenim cevabım karşısında çok şaşırıyor. Bir sene sonra Boğaziçi İşletme’yi Türkiye 36.sı olarak kazanıyorum. Hem de 110 kişilik okulu 11. bitirmişken, lise 1’de matematiği karneme zar zor 6,5’tan 7 getirebilmişken.
Dün aklıma harika bir fikir geldi. Bir arkadaşıma anlatıp “Ben bu fikri deneyeceğim” dediğimde o da beni uyardı. “Ahmet, eğer deneyeceğim diye başlarsan işin içine başka bir enerji girer, yapacağım diye başlarsan başka. Karar ver, ne istiyorsun?” dedi. İşte bunu duyduğumda yukarıda anlattığım; istek ve inancı olan, yaparım diyen Ahmet’i hatırladım. Denemeyi değil, yapmayı bilenAhmet’i…
Aykut Oğut, Evren’den Torpilim Var kitabında şöyle bir örnek veriyor: “Masanın üzerine bir kalem koyun. 3’e kadar sayın ve kalemi elinize almayı deneyin“. Ardından da elinde kalem olan okuyucuyu “Kalemi elinize alın demedim, almayı deneyin dedim” diye uyarıyor. “Kalemi ya eline alırsın ya da almazsın, denemek ne demek?” diye sinirlenen okuyucuya, “Haklısınız, denemek diye bir şey yoktur. Bir şeyi ya yaparsınız ya da yapmazsınız” cevabını veriyor.
Bugün bir uzmana, aklıma gelen fikri anlattım. “Sizin bu konuda büyük bir deneyiminiz var, sizce bu fikir tutar mı?” diye sordum, bana cevabı şöyle oldu: “Bu sana bağlı…”
Bugün, Tarık bin Ziyad‘ın imzası, gemileri yaktığı Cebelitarık Boğazı’nın adında gizli. Başardığı için…
Merhaba arkadaşlar,
Slow rap müzik dinleyipte Canfeza‘yı bilmeyen yoktur sanırım. Gerek sözleriyle, gerek fon müzikleriyle dinleyenlerini kendine bağlayan bir fenomen haline dönüştü. Arkadaşlarımın önerisi ile, Eylül 1 adlı parçasını dinlemekle başladı Canfeza hayranlığım.. Sözlerinden çok etkilendiğim bu şarkıyı günlerce 100’lerce kez dinledim ve neredeyse bıktım diyebilirim. Ardından böyle şarkı yapan birinin diğer şarkıları da kötü olmaz diyerek başladım youtube’de canfeza müziklerini aramaya..
Ekim, Ağustos, Sel Gibi, Yağmurun Parıltısıyım, Aralık ve son olarakta sosyal medya programında söylediği Sarmaşık adlı şarkısına çok feci şekilde bağlandım. Artık bende bir melankonia tarzında yaşayan insan topluluğuna katılmıştım.
Çok fazla müzik beğenmeyen ve slow rapten başka müzik dinlemeyen biri olarak, önceleri sagopa kajmer hayranıydım, gerçi hala öyleyim. Sagopa kajmer‘in müzikleri de aşırı melankonia ancak sözleri edebi olduğu için pek anlayamıyor, sadece arkafon müziğine dalıııpp gidiyordum. Ancak Canfeza, eskiden kafiyeli olarak söylenen rapi, slow rape çevirmiş ve müthiş sözler ortaya çıkarmış..
Şarkılarından beğendiğim sözlerine örnek vermek gerekirse;
Bunlar sadece en beğendiklerimden bazıları.. Daha dolu sözü olmasına rağmen konu sınırları dışına çıkmamak adına bu kadar yazıyorum. İsteyen ve merak eden kişiler internetten dinleyebilir ve sözlerini araştırabilir. Birçok beğendiğim müziğini en altta video bölümüne de ekliyorum, dileyen kişiler oradan da dinleyebilir. 🙂
Aslında bende sadece sizin gibi canfeza olarak tanıyanlardanım. İnternetten yaptığım araştırmaya göre adı Orhan gül.. 21 yaşında ve rap ile ilgilenen genç bir arkadaşımız.
Herkes gibi sıradan hayatı olan biri ama bence eksi (-) bir yönü var.. Herkes onu gerçek ismiyle yani Orhan Gül olarak tanımıyor. Onu Canfeza olarak tanıyorlar.. Canfeza dinleyicisi olupta yolda görseniz “Aaaa Canfeza!” dersiniz. Hiçbiriniz “Orhan Gül” demez. 🙂 Bence bu onun en büyük eksisi.. “Hiç Sevgilin oldu mu?” sorusuna “3-4 yıl önce olmuştu” diye cevap veren ama şarkılarını dinlediğinizde sanki birine çok aşıkta, kavuşamıyorlar ve o da içini kaleme döküyor gibi görünüyor bana.. size nasıl görünüyor bilemiyorum. 🙂
Hayatta herkes aşık olmak isterken, neden bu kadar yalnız var sorusu çelişki yaratıyor kafamda ama Orhan arkadaşımız bence aşkı hak ediyor. Bunu müziklerini dinlediğinizde de anlayacaksınız.
Merhaba arkadaşlar,
Öncelikle herkesin razaman bayramını kutlarım. Geçen gün haberlerde sürekli giysi alan, yiyecek alan insanları gösterip duruyorlardı. Hemen aklıma afrika geldi ve içimden “yazık” diye geçirdim. Elimden geldiğince bende somali’ye yardım yaptım ancak yetmiyor, yetmiyor. Biz burada dolmalar, baklavalar, pastalar yerken onlar yiyecek yemek bulamıyorlar. Bu sözü direk söylemek sizlere garip gelebilir ama gerçek bu, açlar.. Biz bayramda ne giyeceğiz, insanlara nasıl güzel görünebiliriz diye paralar harcayıp kıyafetler alırken, onların kıyafet derdi olmuyor. Nedeni ise kuralık.. O sıcak havada üstlerine birşey giymemelerini zaten kafalarına takmıyorlar, sadece açlar ve yemek, su istiyorlar.. Tüm dünya olarak her ne kadar yardım yapılsa da neden bu sorun çözülebilmiş değil anlam veremiyorum.
İnternette bu konuyu düşünerek gezerken gözüme tamda afrika ile ilgili şiirler göründü. Afrikalı çocukların ağzından yazılmış gibi görünen yazılar başka şairler tarafından yazılsa da bence tam olarak o çocukların içinden geçeni ancak söylemediklerini barındırıyor bence..
Merhaba, ben afrikalı çocuk.
5 yaşındaki kardeşimi kaybettim geçen gün.
Aslında binlerce insan kaybetti,
Kimi annesini, kimi abisini..
Sizler, hergün yeni bir şarkıyla büyürken,
Ben, açlık çığlıklarına eşlik ediyorum.
Tatlı uykunuza farklı masallarla dalarken,
Benim masalımın adı hep aynı.
” Açlık “
Burada zaman kavramı yemek dağıtıldığı andan ibaret.
Bulduğum bir poşetle yemek almaya gidiyorum ve ;
Yemeğim bittiğinde, benim için günde bitiyor.
Uyuyarak açlığımı hissetmemeye çalışıyorum..
Yardım getirenler, bize dokunmuyor..
Neden anne ? diyorum.. Siyah olduğumdan mı ?
Onları kirletmemden mi korkuyorlar ?
Sen söyle beyaz çocuk, annem ağlıyor..
Neden ?
Kiminiz yeni bir ayakkabıya, kiminiz farklı bir kıyafete ihtiyaç duyarken,
Ben tabağınızda arta kalan yemekleri istiyorum.
Ayakkabı ve kıyafet,
Karnımı doyurmuyor.
Utanıyorum..
Sizlerin açlıktan öldüğünü hiç duymuyorum.
Siyah bedenlere sahip olmanın bir cezası mı bu açlık ?
Veya dinlediğimiz tek melodi feryatlar olmak zorunda mı ?
Anlamıyorum.
Beyaz olmak istemiyorum.
Hergün yemekleri çöpe dökerek ziyan etmeyi,
Beğenmediğım kıyafetlere başkalarının ihtiyacı olduğunu bile bile,
Yeni kıyafet almayı,
Benimkinden daha pahalı ayakkabı giyiyor diye,
Ayakkabım eskimeden daha pahalısını istemeyi,
Kendime ait, rahatça uyuyabileceğim bir yatağım varken,
Bilerek uykusuzluk kalmayı,
Yani;
Beyaz çocuk gibi yaşamayı istemiyorum.
Burada ölenlerin bir mezarı bile yok.
Kayıtlara geçmemiş yüzlerce ölü..
Her saniye yenileri ekleniyor ve ben ;
Çok korkuyorum.
Söylediklerime kulak verin.
Eğer imkanınız varsa kardeşlerinizi öpün!
Çünkü ben,
Buram buram ölüm kokan kardeşimi,
Öpmekten vazgeçmiyorum.
Ve ben, yavaş yavaş ölüyorum..
Sizler;
Ekmeğinizi yarım bırakmaya devam edin..
Bu şiiri aslında hiçbir bayram unutmayın. Sadece afrika değil, ülkemizde de açlık çeken, yoksulluk çeken milyonlarca kişi var. Eğer bunları düşünmezseniz birgün onlar gibi olabilir, sizde fakirlik çekebilirsiniz.
Bu kadar söze rağmen hala “Ben çekmem, durumum iyi” diyorsanız söyleyecek tek sözüm var size “Ateşş seni Çağırıyooo!“
Merhabalar,
Spartacus’u bilmeyen yoktur sanırım. Türkiye’de Cnbc-e kanalında yayın hayatını sürdüren bu yabancı dizi, eski yunanlı köle Spartacus‘un hayatını anlatıyor. Benim bu film ile tanışıklığım ilk sezonun 5. bölümüydü. 🙂 Televizyonda izlediğim kadarıyla çok beğenmiş ve hemen internette yapmıştım.. Ancak gördüklerim karşısında şaşkındım. Çünkü Cnbc-e kanalı daha ilk sezonun 5. bölümünü verirken, yabancı ülkelerde yayınlanmış, internete düşmüş ve türkçe düblajı yapılmış olarak gördüm. Tabii hemen izlemeye başladım. İlk sezonu 1 gece de bitirdim. İnanmayanlar olabilir ancak her bölüm 40-50 dakika arası.. Televizyondan bu diziyi izleyenlere tavsiyem; “mutlaka internetten izleyin.”.. Nedeni ise; birçok küfürün sansürlendiği, kan sahnelerinin veya erotik sahnelerin tamamen sahnelendiği bir dizi izlemiş oluyorsunuz. Böyle olunca televizyonda dizi 30 dakikaya kadar düşebiliyor ve tam olarak filmle iç içe olamıyorsunuz.
Spartacus serisi 3 sezondan oluşuyor.
Bunlardan ilki “Spartacus: Blood and Sand“.. İlk sezondan bilgi vermek gerekirse;
Spartacus rolünü Andy Whitfield üstlenmiş. Bana göre yapımcıların en doğru seçeneklerinden birisi bu.. Spartacus‘un kölelik hayatını, ardından gladyatör oluşunu ve ardından isyan çıkararak özgürlük adına ilk isyanı çıkaran kişi olarak tarihe geçmiştir. Dizi tamamen bu olayların üzerine kurgulanarak çekilmiş. Filmi, ses, mimik vb. gibi detaylara çok önem vererek izleyenlerdenseniz, mutlaka altyazılı olarak izleyin. Geçenlerde cnbc-e’de türkçe düblaj olarak yayınlanmaya başlamış ve merak ettim. İzlemem sadece 5 dakika sürdü. Çünkü seslendirmeler, altyazıyı izlemiş birine o kadar kötü geliyordu ki anlatamam. Bir diğer tebrik edilmesi gereken ise, Spartacus grafikerleri.. Gerçekten sahneleri mükemmel uyarlamışlar. Olmayan seyircileri aynı bir arenadaymış havası veriyorlar ve kamera arkası çekimlerini izlemeseydim asla “programla yapılmış” demezdim. O kadar gerçekçi sahneleri var, kutluyorum.
İkinci sezona bakacak olursak karşımıza “Spartacus: Gods Of The Arena” olarak çıkıyor.
Bu sezon aslında ilk sezonun devamı değil. Spartacus öncesinde yaşananları, spartacus’un yanında yer alan gladyatörlerin nasıl bugünlere geldiğini, kölelerin sahibi Batiatus’un nasıl bugünlere geldiğini, gençliğini vb. gösteren, harika efektlerle süslü bir sezon olmuş. İlk sezonu izleyen biri, eğer bu sezonu bekliyorsa mutlaka aklında şu soru vardır. “Gladyatörlerin başı olan Crixus, nasıl bu günlere geldi?“.. Bu soruyu bende çok kendime sormuştum ve bu sezon soruma cevap oldu diyebilirim. Spoiler olacağından çok fazla detaya girerek filmi anlatmak istemiyorum. İlk sezon Spartacus olarak karşımıza gelen Andy Whitfield‘i bu sezonda göremiyoruz. Çünkü ondan öncesini gösteriyor.
Dizinin 3. serisine bakarsak “Spartacus: Vengeance” olarak geliyor.
Spartacus: Vengeance henüz yayında değil, çekim aşamasında.. 2012 yılının ocak ayında seyirci ile buluşacak dizide, ilk sezon Spartacus rolünü canlandıran Andy Whitfield‘i göremiyoruz. Nedeni kanser olması.. Onun yerine yeni sezonda Liam McIntyre, Spartacus rolünü canlandıracak. İlk 2 seriyi izlediyseniz bu haberi sevmeyeceğinizden, beğenmeyeceğinizden %100 eminiz. 🙂 Spartacus yapımcıları bile bu olay için çok çalıştılar ancak kanseri bir türlü yenemeyen Andy yerine o tür özelliklerde sadece Liam McIntyre‘yi buldular. Bu seri de Spartacus‘un, diğer gladyatör ve kölelerde çıkardığı isyanı anlatan bir konu göreceksiniz. “Bazı efsaneler kanla yazılır.” sözüyle yola çıkacaklar ve hiçbir ordu karşılarında duramayacaktır. Dizi daha yayında olmadığı için spoiler yani dizi hakkında bilgi vermek istemiyorum ancak internetten spartacus hakkında bilgilere ulaşabilirsiniz.
Bu zamana kadar izlediğim bütün filmler arasında top15’de birinci sırada bulunuyor. İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum arkadaşlar.
İzleyen arkadaşlarda yorum atarlarsa sevinirim.