Blue Beam; yâni Mavi Işık Projesi geçtiğimiz yıllarda karşılaştığım bir kavramdı. O dönemde geniş bir biçimde araştırmıştım. O araştırmamın üzerinden çok zaman geçmeden televizyon kanallarında ve internet izletilerinde Kâbe’ye inen ‘melek’ görüntüleri dolaşmaya başladı. Allah sizi inandırsın bir an ben bile ‘acâba bu gerçekten melek mi?’ diye düşünmekten kendimi alamadım. Nitekim bu konularda koşulsuz şartsız Allah azze ve celle’ye teslim olurum. O isterse yeri göğü birbirine katar. Gözümüzdeki perdeleri kaldırır görmemizi istediklerini gösterir. Îmân esaslarındaki inanç gereği budur ancak olayın iç yüzü sandığınız gibi değildir. Kâbe’ye indiğini gördüğümüz ‘melek’, Mısır’daki iç karışıklık esnâsında at üzerinde yeşil cüppeli süvari gibi görüntüleri görmemiz Allah’ın değil, Blue Beam, yâni Mavi Işık Projesi’nin bir parçasıdır. Allah elbetteki herşeye kâdirdir; dilerse bize apaçık herşeyi gösterir. Burada ne demek istediğimi makâlenin ilerleyen bölümlerinde daha iyi anlayacaksınız.
Bu proje, NASA tarafından gerçekleştirilmekte olup deşifre olmuştur. Nasıl deşifre olduğu konusunda pek bir bilgi olmasa da insanlık bu bilgiye ulaşmıştır.
Peki Blue Beam Projesi’nin amacı nedir?
Daha önce sizlere burada bahsettiğim İlluminati isimli örgütün Deccal için hazırladığı projedir. Deccal’e zemin hazırlayarak Deccal ile bir Dünyâ Devleti kurmak istemektedirler.
Peki zemin nasıl hazırlanacak?
Bütün dünyadan görünecek bir hologram ile o toplumun dini inancına uygun figürler ile o toplumun dili ile o topluma hitap edecekler. Bunun için uyduları ve casus uçakları kullanacaklar. Düşük frekans ile yayın yaparak beyinleri etkilemeye çalışacaklar ve buna aldanan insanların sayısı azda olmayacaktır.
Bunu nasıl yapacaklarından önce Deccal hakkında kısa bir bilgiye sahip olursak neye hizmet ettiklerini de öğrenmiş oluruz.
Deccal âhir zamanda yâni kıyamete yakın bir zamanda Hz.Mesih yani göğe çekilen Hz.İsa ikinci kez dünyaya gelmeden önce gelecek olan şeytanın temsilcisidir. O kendisinin peygamber olduğunu ilan edecektir. Onun alnının ortasında KEFERE (kafir) yazısı yazacaktır. Tüm dünyaya fitne ve fesat yayacaktır. Onun ölümü Hz.İsa’nın elinden olacaktır.
Kainatın Efendisi bir Hadis’inde ” Hiç bir peygamber yoktur ki, ümmetini yalancı köre (deccâla) karşı uyarmamış olsun Dikkat edin o kördür… İki kaşının arasında kafir yazılıdır” buyurmuştur.
Deccal’in özellikleri ise şöyledir ; ‘deccal’ bir insandır ve olağanüstü yetenekleri vardır. Rüzgâr gibi hızlıdır. Yağmur yağdırıp, bitkileri yeşertebilecek. Yanında su ve ateş bulunacak fakat gerçekte onun suyu ateş, ateşi de sudur Bir gözü kördür ve patlamış üzüm gibidir Alnında kafir yazılıdır .Genç bir kimsedir, esmer ve parlak tenlidir Kısa boylu olmasına rağmen heybetlidir Ahir zamanda doğudan gelecek ve müslümanların oturduğu şehirlerin birinde ortaya çıkacak Bir çok yeri dolaşacak ama Mekke, Medine ve Mescid-i Aksaya giremeyecek Önce peygamberlik sonra ilâhlık davasına kalkışacak, karşı gelenleri cehennem adını verdiği yere atacak Ama aslında onun cehennemi cennet gibi, cenneti ise cehennem gibidir Bir rivâyete göre Hz İsa Aleyhisselam tarafından Şam yakınlarında öldürülecektir.
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez..
Biri tıp’ta okuyordu, öbürü mimarlık’ta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç…
Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında aldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.. Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra..
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu…
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onların ki.. Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü.. Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, “bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur” diyerek devam ettiler hayatlarına.
Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler…
“Senin için ölürüm” derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama..
Ve adam “hayır, ben senin için ölürüm” diye yanıt verirdi hep…
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,
“bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak..
Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, “mutfaktaki Masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma” mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı…
Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten… Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı.
Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir Gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde “satılık” levhası asılı olan.
“Ne dersin, bu evi alalım mı?” dedi adama.
“Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...”
“Sen istersin de ben hiç Hayır diyebilir miyim?” diye yanıt verdi adam.
“Amerika’daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçiyi… Kaç para olursa olsun! ,burası bizimdir artık..”
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika’ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında.
Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu.
Onu Neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı..
Ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı:
“Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..”
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir.
Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri.
Derdini söylemesi için yalvardı adama;
“Senin için ölürüm biliyorsun, ne olur anlat..” diye dil döktü boş yere…
Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği…
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,
“Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım..” diye sözünü kesti arkadaşı.
“O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya..”
“Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları..” diye bağırdı kadın.
Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla Suçladı….
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı…
Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın…
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.
İnkar etmedi adam..
Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden..
Kapıdan çıkarken, “son bir kez kucaklamak isterim seni” diyecek oldu ama;
Kadın, “defol” dedi nefretle…
İlk celsede boşandılar…
Modern bir aşk hikayesinin Böyle son bulmasına kimse inanamadı.
Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.
Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin Alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti… Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı.
Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.
“Sen, buraya ne yüzle geliyorsun?” diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
“Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor.” dedi genç kadın.
Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:
“Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika’daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs! Durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi… “
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda.. İlk kağıtta, “lütfen bütün notları sırayla oku birtanem” diyordu…
Sırayla okudu;
“seni çok sevdim”,
“seni sevmekten hiç vazgeçmedim”,
“senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim.”
“fakat benim için ölmeni istemedim”
“şimdi bana söz vermeni istiyorum.”
“benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?”
Son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın… Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
“Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım..“
Özellikle forum sitelerinde, ziyaretçilerin en nefret ettiği bir durum bu..
Zorla üye yaptırmak, ya da bir karşılık beklemek. Bana göre bir web sitesine yakışmayan, çirkin bir durum.
Ben dahil, bir çok ziyaretçi konumundaki kişiler, “İçeriği veya Linkleri Görmek için Üye Olun!” gibi bir yazı gördüğümüzde, sanki bizi köpek kovalıyormuş gibi o siteden hemen kaçarız. Bana göre, bir siteye üye olmak isteyen zaten üye olur. Sırf, kişiyi sitesine üye yapmak için bu gibi davranışlar sergileyen site sahipleri, bana göre, sitesine üye kazandırmak değil de, egosunu tatmin etmek için bu çirkin davranışı sergiliyor. Sadece linki veya içeriği görmek için üye olan kişi de, adım gibi eminim ki, bir daha o siteye gelmez.
Paylaşım ruhu taşıyan bir insan, veli nimet sayılan ziyaretçileri zorla üye yaptırarak kişiyi çileden çıkarmaz. Sitelerine üye olunmasını isteyen zat-ı muhteremlerin bir çoğunu şöyle bir araştırdım. Facebook ya da benzeri paylaşım platformlarında her türlü şeyi paylaşıyorlar. Hatta kız arkadaşlarının, can dostlarının, kendi ailesinin fertlerinin resimlerini ve videolarını paylaşıyorlar. Ama iş, ziyaretçiler için yararlı bir konuya gelince, hemen “DUR” ikazını önümüze atıp, “YASSAH HEMŞERİM, ÜYE OLACAN!” gibi kavramlarla hem benden, hem de kendi ziyaretçilerinden çok güzel bir küfür yemekten geri kalmıyorlar.
Sanal alemde, gerçek bilgi paylaşımı yapan ve ziyaretçilerinden hiç bir çıkar beklemeyen onlarca site var. Hiç birisi de çıkıp, “ÜYE OL, YOKSA İÇERİĞİ GÖSTERMEM” gibi bildirimlerle ziyaretçilerini çileden çıkarmıyor. Dolayısı ile, istediği bilgiyi alan ziyaretçi, bu siteye ikinci defa geldiğinde içi rahat ve huzurlu bir şekilde gelecektir. Eminim ki, bu ziyaretçi o site var oldukça her zaman o siteye misafir olacaktır. Belli sayıda devamlı ziyaretçileri olan siteler de her zaman tutmaktadır..
Wikipedia ve adını sayamadığım bir çok genel kültür ve bilgi siteleri, yıllardır var oldukları halde, bir kez olsun ziyaretçilerine üye olma zorunluluğu veya buna benzer bir zorunluluk getirmemiştir. Zaten profesyonel ve kaliteli siteler, hiç bir zaman ziyaretçiden üye olmasını istemez veya üye olması için ziyaretçinin o anki isteklerini fırsat bilip kendine mal etmez.
“Zorla güzellik olmaz!” diye güzel bir atasözümüz var. Benim de hem reel hayatta, hem de sanal alemde her zaman kullandığım bir laf var: Herkes kendine yakışanı yapar..
Buradan, linklerini veya içeriklerini ziyaretçilerine gizleyen web site sahiplerine sesleniyorum:
Milyonlarca boş üyeniz olacağına, 100 tane adam gibi üyeniz olsun daha iyi.
Amacınızın ne olduğu henüz çözebilmiş değilim.
Merhabalar,
Biliyorsunuz insanlar arasında facebook çok yayıldı.. Artık tanımadığınız kişiyi bile güzel-yakışıklı diye direk ekliyor hale geldik.. Elbette ki bu yadırganmamalı.. İnsanların tanışması güzel birşey, tabi ki ahlak kuralları içinde.. Ben bugün sizlere, kendi facebook çevremden gördüklerimi anlatıcam ve emin olun incelerseniz sizinde facebook çevrenizin altta saydığım şekilde olduğunu göreceksiniz.
Facebook’ta ergen olarak adlandırabileceğimiz 3 grup var.. Liseliler, abazalar, apaçi ve emolar..
Saydığım bu 3 grupta olan kişilerin tek sorunu ergen olmaları..
Şimdi bu 3 grupta yer alan kişilerin facebookta neler yaptıklarını, nasıl davrandıklarını açıklayacağım. 🙂 Üstünüze alınmayın demeyeceğim çünkü eğer altta yazılanları sizde yapıyorsanız bilin ki bu grup içindesiniz.. Hemen hal ve hareketlerimize düzen verelim.. 🙂
Facebook profil fotoğraflarında gördüğünüz güzel resimler aslında hiç aslını yansıtmıyor.. %80 değiştirilmiş %20 değiştirilmemiş halini alınca, fotoğraf birden sizi dünya güzeli yapıyor.. Ancak çirkin-güzel diye de ayırmak istemiyorum. Bana göre çirkin kız-erkek yoktur, bakımsız kız-erkek vardır.. İlkokul çağlarında tipsiz iken 20’li yaşlarda tabiri caizze “taş olmuş” kişileri hayatımızın her köşesinde görüyoruz. 🙂
Elbette internet ortamında birbirinizi görmeden yazışıyor, fotoğraflarla yetiniyorsunuz.. Doğal olarak her resmine photoshop yapan kızın yarattığı hava bambaşka olduğu için abaza kesim asla rahat bırakmamakta.. Bırakmayacakta. 🙂
Ancak kızlar tarafından baktığımızda pek detaya giremeyeceğim, çünkü kız değilim ve o gözle bakmadım. 🙂 Ama arkadaşlarımdan aldığım duyumlar kadarıyla aktarıcam. Bir erkek hep kız arkadaşının ilk ve son olmasını ister.. Ancak bir kız ilk olmak istemez, son olmak ister. Çünkü ilkler hep biter ve toplumumuzda erkeğe bakıldığı gibi, kızlara bakılmıyor maalesef.. 2. çıktığı kişide kaşar damgası kim yemek ister ki? Ama erkek 2 kişiyle çıktığı zaman playboy olur. 🙂 Böyle bir toplumda yaşıyoruz işte.. Herneyse konuyu dağıtmadan diğer bölümümüze geçelim..
Bu belki çoğumuzun derdi olmayabilir ama ben detaycı insanım ve gözüme takılıyor. Facebookta aynı kişi 10 hesap açıp, ilk hesabından paylaştığı birşeyi geri kalan 9 hesabıyla beğeniyor.. Amaç sanırım popüler görünmek.. Beğeni sayısı fazla olunca “Lan bu güzel kız demekki, baksana hayranları sürekli profilinden ayrılmıyor, her paylaştığını beğeniyorlar.” sözünün aklımızdan geçtiğini düşünüyor sanırım. Acıyorum böyle insanlara.. Birde diğer tip insanlar var, onlarda beğenip paylaştıkları bir bağlantıyı tekrar beğeniyorlar. Amaç? Fazla beğeni olursa popüler görünürüm diye.. Vah yazık. 🙁 Düşünsenize bir ergenin aklından bunların geçtiğini.. Zaten beğendiğin birşeyi paylaşmışsın, tekrar beğen click yapmanın ne anlamı var?..
“Profil fotoğrafımı, paylaştıklarımı vb. beğenir misin?” diyenlere hiç girmeyeceğim.Demode olduğu ve onlar için beyin bedava olduğundan sorun yok. Böyle diyenlere de “bana mı güvendin ilişki yaparken” vb. gibi sözler söylüyorum, nasıl bozuluyor anlatamam.. O an yaşadığım mutluluğu hepinizin görmesi lazım, öyle birşey yaniii..
Bilmeyenler olabilir diye başlıkta belirttiğim sıtayla kelimesini açıklayayım.. Emo ve apaçilerin Türkçe’yi düzgün kullandıklarını gören bu zamana kadar olmamıştır. Ancak bu sefer emolar ve apaçiler ile dalga geçmek amaçlı söylenen bir söz: sıtayla.. Ve gerçekten de bu tiplerle dalga geçerken çok iyi haz ve keyif alıyorum.. Şu anda bunu okuyan emo veya apaçi varsa direk çıksın siteden.. Bize “Ben nihat doğanım, ben delikanlıyım.” diyecek ziyaretçiler lazım.
Facebook’ta büyük kitlesi olan, dalga geçme amaçlı kurulmuş bir grup var.. Bu grubu hergün takip ediyorum ve yurdumun insanının saçmalıklarını gördükçe gülesim geliyor.. Normal insanın yapamayacağı tarzda konuşmalar, hal hareketler var.. Liseli ergenleri de geçen bu tiplerin top olma yolunda emin adımda ilerlediklerine de şahit oluyoruz. Dışarda “bööö” dediğinde kaçan bir emo görürseniz peşini bırakmayın ve onu atomlarına ayırana kadar dövün. 🙂 Hatta bir ara böyle haber olmuştu internette.. Boksör 4 emo erkeğini ortasına dalıyor ve tek tek dövüyor. Bunu güzelce kameraya da çekiyorlar ve emo karşıtı insanların kahramanı oluyor . 😀 Neden sizde kahraman olmayasınız ? :p