Nereye gitsem, hangi yoldan gitsem, hangi arabayı alsam, hangi evde otursam, hangi elbiseyi alsam, hangi, hangi, hangi?… Böyle sorular bazı insanların kafasını kurcalar hep. Bu insanlar, iki arada bir derede kalan insanlardır. Yani “kararsız” insanlardır. Ne yapacaklarına bir türlü karar veremezler.
Hayatında mutlu olamayan insanlar varsa bu tür insanlardır. Durun size kararsız kalmakla ilgili çok güzel bir hikaye anlatayım: Kararsızlığıyla ün yapmış bir paşa vardı. Öyle karasızdı ki bir iş yapacak olsa şöyle mi yapsam böyle mi yapsam, bir yere gidecek olsa şuradan mı gitsem buradan mı gitsem diye düşünene kadar saatler geçerdi. Bir gün bu paşa bir köşk yaptırmak ister. Ve devrin en ünlü mimarını çağırarak “Bana güzel bir köşk yapacaksın, ben de seni memnun edeceğim.” dedi. Paşanın huyunu bilen mimar, “Başüstüne paşam ama bir şartım var. Köşk tamam oluncaya kadar siz hiç gelmeyeceksiniz, ben de size fevkalade bir köşk yapacağım.” Paşa çok kızdı ve “Ne münasebet! Kendi köşküme niçin gelmeyecekmişim?” deyince mimar, “Paşam, sebebi şu: Siz gelirseniz işe karışır; oraya değil buraya, öyle değil böyle yap vesaire şeyler söyler, işi uzatırsanız. Sonra köşk kıyamete kadar bitmez!” deyince paşa razı olur ve gider.
Aradan aylar geçer, köşk tamamlanır. Mimar, paşaya haber gönderir. Paşa gelir, gerçekten de güzel bir köşk olmuştur. İçini gezmeye başlayınca paşanın keyfi kaçar ve mimara bağırır. “Mimar efendi, mimar efendi! Böyle koskoca iki katlı köşkte sadece bir tane tuvalet olur mu? Niçin fazla yapmadın?” Mimar, sakin sakin cevap verir. “Aman paşam! Vallahi sizi düşündüm… Eğer iki veya daha fazla tuvalet yapsaydım,ihtiyacınız geldiği zaman ona mı gitsem, buna mı gitsem diye karar verene kadar iş işten geçerdi!”
Kararsızlık, bizi her türlü olumsuzluğa götürebilir. Onun için siz siz olun kararsız kalmayın. Unutmayın ki “En kötü karar, kararsızlıktan daha iyidir.”
Makale Yazarı: Muammer Karabıçak
Bende eksik olan şeyleri, başkalarında gördüğümde hep imrenirdim. Mesela babam… Etrafımda babalarından şikayet eden kızları can kulağıyla dinlerdim hep. Benim kavga edicek bir babam olmadı. Bana bağırıp çağıracak, sonrada pişman olduğunda gelip ne diyeceğini bilemeyecek bir babam olmadı. Giydiklerime karışan bir babam olmadı. Okuduğum kitapları, seyrettiğim filmleri, dinlediğim müzikleri gizlice kontrol eden bir babam olmadı. Eve 5 dakika geç kaldığımda, başıma bir iş gelmiş olabileceğini düşünen bir babam olmadı. Erkek arkadaşım olduğunu öğrendiğinde dünyası başına yıkılan bir babam olmadı. Çevremin beni kötü yola düşürmeye çalışan adamlarla dolu olduğunu düşünen bir babam olmadı. Bütün kızların vardı kavgalı olduğu bir babası. Ve hepsi bütün o kavgalardan sonra dönüp dolaşıp yine barışmışlardı babalarıyla. Birbirlerini anlamış, herşeyi affetmiş, eski günlere dönmüşlerdi. Çünkü bir kızın kalbi her zaman babasına aittir. Babanın kalbi de kıza. Benim hiç kalbim olmadı. Bu yüzdendir ki insan düşünüyor, “hata bende mi?” diye… Ancak hiçbir zaman kendimi suçlu bulamıyorum. Çünkü yaşadığım hayat şartları beni buraya getirmiş ve başkalarının söylemleriyle, yaptıklarıyla yaşamak zorunda kalmışım. Mahkemeler bile annem ile babamı ayırırken aslında beni hayattan ayırmış olduklarının farkında olmadan yapıyorlar tüm işlemlerini. Başkalarının hayatlarında sadece yan unsur olmaktan sıkılan bir kız oluyorsunuz bir süre sonra… Ama yine de yaşamaya, kalbinizdeki ve çevrenizdekilerle uyum içerisinde yaşamaya çalışıyorsunuz.
Öyle bir gün geliyor ki karşınıza bir erkek çıkıyor. Bütün sorunlarınızı, streslerinizi, sevincinizi, üzüntünüzü beraber paylaşmaya başlıyorsunuz. Yaşınızın daha olgunlaşmamış olduğunu, daha küçük olduğunuzu biliyorsunuz. Çevrenizdeki insanlar sizi ciddi görmese bile, gerçekten ciddi bir ilişkinizin olduğunu biliyorsunuz. Bu ciddiyet üzerine yığınla hayaller kuruyor ve eskiyi unutmaya, yeni güzel günlere yelken açmaya başlıyorsunuz. Umutlarınız tekrar yeşermeye başlıyor ve hayatınızdaki bunca olumsuzluğa rağmen, onun için hayata tutunuyorsunuz, seviyorsunuz… Gün geliyor; eskiden babam dediğiniz adamı tanımazken-hatırlamazken, çocuklarınız size anne-baba der olmuş. Şimdi üzüldüğüm nokta ne diye soracak olabilirsiniz. Şu anki eşim yani sevgilimle, eskiden daha mutlu olabileceğimizi, ölenlerle ölünmeyeceğini anladığım vakitlerde üzülüyorum sevincimizi doyasıya yaşamadık diye..
Siz siz olun, anı yaşayın. İkinizden başkası sizin için sadece kıskançlık sebebi olur. İlişkinizde kıskançlıklara yer vermeyin. Vermeyin ki siz değil, onlar kıskansın.
Her şeye alışırım da, bir daha alnımı öpemeyecek olmana alışamam.. Ellerinin yokluğuna alışırım fakat alışamam işte, dudakların olmadan yapamam. Gözlerini kaçırışına da alışırım, görmediğimi sandığın anlardaki o saf bakışların olmadan da yaparım, her şeye alışırım sevdiğim ama yapamam işte saf öpüşün olmadan…
Ellerim, gözlerim, saçım, yanaklarım alışır sensizliğe elbet doldurur başkaları yerini; eller tutar ellerimi, gözler bakar gözlerime: ama senin gibi alnımın iki yanını elleriyle sıkıca kavrayıp öpmeyi beceremez kimse. Umursamaz ama bir o kadar sahiplenişini de, dişi sinekten kıskanışını da gözlerime dalışını da unuturum elbet geçer gider hepsi. Şalıma sinmiş kokunda geçecek alnımdaki sıcaklık asla geçmeyecek..
Duy şu bahanelerimi de gel artık, bak gör; olmuyor sensiz. Bir yanım boşluk ihtiyacım var sana.. Hep Gülümsememe kızardın; gel de gör şimdi tebessüm dahi edemiyorum. O hep dalga geçip güldüğün mimiklerimde yok artık, yerini donuk bakışlarım aldı.. Hani saçlarımı toplu beğenirdinde ben açardım her defasında, şimdilerde o dağınık saçlarımda toplu hep.. Makyaj yapmamada kızardın ya, çok nadiren yapıyorum; sadece özel günlerimizde bir ruj sürüyorum, diğer günlere nazaran daha çok anıyorum o günlerde “Bizi”, bir o kadar fazla göz yaşı döküyorum… Bucak bucak kaçıyorum insanlardan, herkeste seni arıyorum; bakışlarda, gülüşlerde, yürüyüşlerde.. Hiç birini benzetemiyorum sana, koyamıyorum kimseyi yerine..
Biliyorum yok bir tane eşi benzerin ama arıyorum işte.. Seni seviyorum ve iple çekiyorum dönüşünü..
Sevgi var diye düşünüyorum. Ama yok. Ne bir arkadaşlık kalmış ne bir gerçek aşk ne de bir hayat. Kendi kendime vardır diyorum olmalı.
Ama demekle olmuyor ki! Bu hayatta görmedikçe sevgiyi, kardeşçe dostluğu; görmedikçe taştan duvarları yıkan o sonsuz, gerçek aşkı tatmadıkça niye neden yaşayayım ki? Ne anlamı kalıyor ki bu sahte dünyada yaşamanın ? Yoksa bu oyunun kuralı mı?
Hani şu bize acımasızca sırtını dönen, her seferinde düşüp de bize kıs kıs gülen hayatın, sahte hayatın bizlere oynadığı bu yaşam klasiği oyunu .
Yaşamak istemedikçe yaşamak zorunda olduğun bir damla, sadece bir damla sevgi, saygı beklediğinde sana yalnızlık kural mı? Her oyunun sonunu sabırsızlıkla beklerken neden bu oyunun sonunu hiç tatmak istemeyiz? Bunun sonu ölüm olduğu için mi? “Daha bu oyunda çok işim var hayatı tadamadım daha.” deyip bu oyuna veda etmek istemediğin için mi?
Ne garip insanlarız biz… Elimizdeki değerleri göremeyip kaybettikten sonra önemini anlayan canlılarız sadece. Niye her şeyi zamana bırakıp yaşamıyoruz? Akıllıyız diye geçiniyoruz ama inanın hiç de düşündüğümüz gibi değil. Yaşamanın bir sevinci var, ölümünde öyle. Peki yaşarken neden kıymet bilmiyoruz.
Neden? Sevgi, aşk, ölümüne giden dostluk neden yok bunlar oyunun içinde? Hep yalnızlık mı olacak çevrende? Niye dur diyemiyoruz.
Aşk…
Şu bir hece senin hayatın. Hem de yaşama sevicin ama ilk önce yaşama sevicin hayatta olmaktır. Ne kadar acımasızca olsa da hayatta hala gözlerini açıp kapata bilmektir. Sonra o tek hece ama anlatımı çok güç olan aşk olmalıdır…
Gerçek aşk… Bulduğunda bırakamayacağın bir sevgi, bir dostluktur aşk.. Aşk sevdiğin biriyle illa flört etmek değildir ki.. Onu her ne olursa olsun içinde yaşamaktır. Onu senin hakkında ne düşündüğünü bilmeden sevmektir. Çıkmak gerekmez ki, kalbiniz konuşmasa gözler kalbin aynası misalidir. Onun başka biriyle bile flört ederken onun mutluluğunu istemektir.
Zor mu peki bu? Yani gerçek aşkı tatmak zor mu?
Yaşanmak mı istemiyor insan yada gerçekten ona kalbini verebilecek birini bulamadığı için mi uzak duruyor, bu hayatın anlamı olan kavrama? Ya da o beni beğenmez duygusu mu? Bir insanın sevdiğini anlamak için gözler gerçekten yalan söylemeyen bir delildir. Bak gözlerinin içine ama dolu dolu bak, yaşama sevincini göster ona, gerçekten aşık olduğunu bir bakışınla kanıtla.. Ama hiçbir zaman ağlama. Çünkü uzaklarda yada yakınında, o bir tek gülüşün için yaşamakta olan biri vardır.
Kim bilir?