Hayat o kadar hızlı akıp gidiyor ki çevremizdeki nesnelerin, kavramların ya da
algıların hiçbirisinin önemini anla(ya)mıyoruz, anlamak istemiyoruz. İnsan olarak hepimiz bir telaşenin içindeyiz. Her şeyin daha iyisini isterken bazı şeylerin önemini unutuyoruz. Aslına bakarsanız biraz düşündüğümüzde unuttuğumuz şeylerin, her bir şeyden daha değerli olduğunu anlarız.
Çevremizdeki her şeye ayrı bir güzellik katan renkleri, ruh halimize göre üzerime takıp takıştırdığımız kıyafetlerin renklerini düşünelim bir. Ne kadar anlamlıdır değil mi renkler? Her birinin ayrı anlamı, ayrı bir güzelliği vardır. Düşünün rengârenk çiçekleri, denizleri, dağları, bayırları, gökyüzünü, ovaları, kuşları, evinizi, eşyalarınızı, çalıştığınız yeri, bindiğiniz araçları kısacası her şeyi. Bunları okurken eminim ki hepiniz bu saydıklarımı renkleri ile düşündünüz. Çünkü renksiz düşünemeyiz hiçbirimiz. Peki, ya her şey renksiz olsaydı! Renk yok yani dünyada. Çiçeklerin, denizlerin, dağların, gökyüzünün, ovaların, eşyalarınızın, kuşların hiçbirisinin rengi yok. Ne hissederdik acaba? Nasıl bir dünya olurdu o zaman yaşamımız?
Daha basit çok basit bir örnek verelim bence. Hepimizin kullandığı bir eşya olsun bu. Mesela bu sefer hayatımızdan masayı çıkaralım. Düşünelim şimdi: Yemek yediğimiz masa yok, evde ders çalıştığımız masa yok, üzerinde kitap okuduğumuz masa yok, iş yerindeki masamız yok, öğrencilerin okulda masaları yok, bilgisayar masamız yok; yok, yok, yok…
Hepimizin hayatlarında önemli yerleri olan ama günlük hayatın keşmekeşi içinde unuttuğumuz aslında bizim hayatımız için çok çok önemli olan her bir varlığa kayıtsız kalmayalım. Ve bundan sonra, yaşarken, hayatımızı güzelleştiren, kolaylaştıran ve anlamlandıran her şeye birazcık daha farklı gözle bakmasını bilelim.
Makale Yazarı: Muammer Karabıçak
Bir yanıt yazın